31.10.07

YENIDEN YAZMAK!


Finlandiya’dan bir sanatçı Jari Silomaki. Jari ile çok görüşmesek de iyi bir arkadaşlığımız var. Kendisiyle iki kere çalışma imkanı buldum. Birincisi bundan 2 yil once Munih’teydi. Bu ilk karşılaşmamızdı ancak karşılıklı yabancısı olduğumuz bu kentte geçirdiğimiz bir haftalık süreç birbirimizin duruşlarını ve kısa süreliğine de olsa yaşama bakışlarımızı tanımlamız için uygun bir süreydi.Oldukça kalabalık katılımlı “Avrupalı oluş” merkezli bir tematiğin üzerine kurulu bir sergiydi. (Check-in-Europe:Reflecting Identites in Contemporary Art (1)) 4 farklı alt sergiden oluşan bu etkinliğin, Nordic ve turkiyeli sanatçıları içeren “P2p:Invisible landscape” başlıklı bölümünde Jari Silomaki ile birlikte yeralıyorduk.. Hedeflenen mesele Avrupa’daki Turkiyeli ve Nordic bölgedeki kendi sosyal çevresinden, kendi dertlerinden beslenen, grupların ve sanatçıların arasında bir paylaşım alanı inşa etmekdi.Burada altı çizilecek durum: Lokal kodlardan beslenen ve bu öznel (kimi yerde yerel olarak tanımlanabilecek duyarlıktan vazgeçmeden) kendilerini global sanat arenasında görünür, dinlenir kılacak şekilde dolaşıma sokabilecek, bir ağ arayışına girme çabasıydı. Bunın mümkünatı üzerine bir deneyelim, gorelim, pratigini sorusunu gündeme getirmekti.

Serginin ozellikle de avrupa patent ofisi gibi bir kurumsallık altında ve de Almanya gibi kuralcı bir disiplin geleneğinden gelen bir ülkede yapılıyor olması, bir çok prosedürü, sanatçılar açısından çeşitli kuralları, sigorta, maliyet ve kimi yerde paketlenmiş bir şıklıkta görünme yükümlülüğünü hissettiriyordu. Alışıla geldik olan buydu ve serginin “P2p invisible landscape” haricinde, yer alan çalışmaların çoğu, şıklaştırılmış ve keskinleştirilmiş halleri göze çarpıyordu. Bu durum işlerin çevrelerinde sanki bir dokunulmazlık halesi yaratmaktaydı. Özenle tasarlanmış bir vitrinin arkasında konulmuş, kendi doğallıklarında kopartılıp, (beklenildiği gibi) sunuma hazır hale getirilmişlerdi. İşte Jari ile tanışmam tam da bu ortamda gerçekleşti.

Bütün bu genel hava hakimken, (büyük ebatlı bir o kadar da ağır çerçeveli kimi işler özenle güvenlikten sorumlu bir ekip tarafından duvarlara sabitlenmekteydi.)bir den Elinde 35 x 25 cm.lik 100lük kodak fotoğfaf kartı kutusu olan bir adam geldi. Sergi kurulmaya devam ediyordu ve biz onun işinin yeralacağı özel kapalı devre alanı tasarlamaktaydık. Ve bu adam kendi sırt cantasında Helsinki’den getirdiği fotoğraf kutusunu özenle çıkartıp içerisinden kare ebatta 20x20cm.lik 100 adet renkli fotoğraftan oluşan calışmasını çıkardı. Sonrasında da küçük bir iğne kutusu ile, kendisine ayrılan bölgeye seçtiği fotoğrafları hikayesini parça parça ördü. Bu kadar kırılgan ve kendi halinde bir jest onca görkemli hengamenin arasında, kibar ve kaçırılırsa üzülünecek bir takdire şayanlık yaratmayı başarıyordu.

Günümüzde fotoğrafik çalışmaların boyutları ve ışıklılıkları büyük yağlıboya resimleri çağrıştırıyor, bu büyük etkinlikler tarafından tercih edilen bir koşul fotoğraf sanatçılarını düşününce. 10 İstanbul Bienalinin en çok kullalanılan imgelerinden biri AES+F’in (2) barok dönem felaket temalı tablolarını çağrıştıran devasa panaromik görseliydi Büyük bir prodüksiyon olarak günümüz fotoğrafının reklam kodlarından beslenen
yönünü temsil ediyordu, bir çok yayına da kapak görseli oldu. Veya Andreas Gursky, Jeff Wall gibi film seti inşa edermişcesine hazırlanmış “kusursuz” insan üstü, labaratuvar işlere alışkın olduğumuz global sanat dünyasının içinde farklı bir yere işaret ediyor Jari Silomaki. Evet o’da fotoğraf medyumunu kullanıyor ancak Onlardaki gibi renkli ve ışıltılı görüntülerinin “sonuc”u olarak “fotoğraf”ı hedefleyen bir yapının yerine başka bir şey koymakta.
Jari Silomaki dönemdeşi çoğu fotoğraf kullanan sanatçının aksine, hala bu medyumun ilk dönemlerindeki, küçük boyutlu kimi yerde özellikle siyah-beyaz ve yaşamı nakşeden haline inanıyor. Bu nedenle de fotoğrafın anlatımcı ve sürece, tarihselliğe, belleğe ilişkin yönüne odaklandığını görüyoruz.

Kendisiyle ikinci buluşmamız da o’nun fotoğrafa tam da bu yönden bakması nedeniyle olmuştu. Bu dergide bir diğer yazıda sözü edilen “Personal War stories” serisi, 24.08.2007 - 22.09.2007 tarihleri arasında gene bir alman şehri Frankfurt’ta, küratörlüğünü yaptığım “Hope is a good thing”(3) başlıklı sergide yer aldı. Münihteki hissiyattan sonra kendisini bu sergiye iş üretmeye davet ettim. Aradaki epeyce bir coğrafi mesafeye rağmen, bu sergi için bir seri üretmeyi gönülden kabul etti. Jari kendisi işlerini asmaya gelemedi, ancak gönderdiği şeyler gene 1 adet fotoğraf kartı kutusu fotoğraf sarılı bir karton rulo ve iğnelerin yeraldığı küçük kavanozdu. O ufak paketin içinden kendi halinde dünyasını galeri mekanına yayan bir atmosfer çıkacağını hem sergi küratörü olarak ben, hem de sanatçının kendisi biliyordu, hissediyordu. İşte burada sözünü etmeye çalıştığım bu elektrik, mekana yayıldığında sonuç ilgi çekici oluyor. Hatta alışılageldik büyük beklentilerle sürece tanık olan güncel sanat alanından gelen pek çok kişi şaşırıyor. Ufak bir kutu, bütcesiz bir çaba, sigorta yok garanti yok, ödenek yok ve bir şekilde yine de birilerine ulaşan bir paylaşım alanı. Hem aslında bu kadarda ufak ve basit görülebilir bir jest iste, alışkanlık ve ısrarlar üzerinden hareket edebileceğine dair inançda kendisine yaşama şansı buluyor. Fotoğraf’da bakıldığında böyle basit bir şeyden başlamıyormu serüvenine, “ben oradaydım” gibi basit bir cümleden...

Bu noktadan hareket edince, Jari Silomaki’nin yapıt okumalarını kuramsallaştırarak yapabilecek bir vizyondan bakmayı başkalarına bırakmayı tercih edecegim.Ben bir fotoğraf kuramcısıda değilim açıkcası. Burada benim asıl yaptığım o’nun bu süreci ve fotoğraf çekme jestini nasıl yaşamsallaştırdığına bakmak. Jari ye bu yönde baktığımda, sanata ve bu üretim pratigine olan bakışı ve paylaşım isteği üzerinden, iyi niyetli ve insanca baktığımı farkediyorum. Bu sebeple oldukça dürüst ve günümüz sanat ortamında yaşama şansını zor bulunur, hatta çoğunlukla farkedilemeyip, anlamlandırılamayacak bir kendilikle üretiyor bu adam, diyebilirim. Kendisi de bunun bilincinde işte! Bu inandğı şeye devam edebilmekten büyük keyif alıyor. Bu onu fotoğraf çekme ve üretme eylemini yeniden köklere belkide olabildiğince basitce bir “serüven” dönüştüren, önemle saklanması gereken şey. Tıpkı kendi el yazısını, küçük içses notlarını bizimle paylaşmak için negatif üzerine özenle kazıması gibi, kendini çok da açık etmeyen ve ilgileneni içeri davet eden bir mırıldanma.


1- Sergi hakkında detaylı bilgi için: http://epart.epo.org/exhibition/check-in/index.en.php

2- Aes+F ve çalışması için: http://www.iksv.org/bienal10/sanatci.asp?sid=3

3- Hope is a good thing sergisi için: http://www.umut-guzel-sey.blogspot.com/


Borga Kantürk, 30 Ekim 2007

Hiç yorum yok: